25 Mayıs 2012 Cuma

Benden Daha İyilerine Layıksın Burak Market!

İhanet etmek nedir, nasıl bir duygu oluşturur benliğinde insanın onu anlayabildim bugün bir vesile ile. Nedense bu tarz olayları hep akşamları eve geliş yolunda yaşıyor ve siz sevgili okura aktarıyorum. Gereksiz bir detay olsa da söylemeden geçemedim.
Evi aradım. Ekmek al gelirken dedi sevgili kız kardeşim. Konuşma esnasında fırının yanından geçiyordum. Hemen girip aldım ekmeği ve yoluma devam ettim. Eve doğru yaklaştıkça içimde bir sıkıntı belirmeye başlamıştı. Çünkü evimin altında her zaman alışveriş yaptığım Burak Market ve onun sahibi Muhammer Abi vardı. Market dediğime bakmayın, mahalle bakkalı bildiğin. Neden market olarak adlandırmış bilemedim. Halbuki bakkal  olmak bana göre bir ayrıcalıktır. Çünkü günün birinde bir Erdal Bakkal olma gibi bir şansınız var. Hatta Burak Market'in Erdal Bakkaldan iki eksiği var. Döner ve çay. Ama kapısında filede top var, beni her zaman cezbeden bir durumdur. Çünkü o toplar çocukluktur, mahalle maçlarıdır. O top seninse en yeteneksiz sen olsan dahi maçtaki yerin garantidir. Sana sert davranamaz, kızamaz ve küfür edemez hiçbir birey. Çünkü top yoksa maçta yoktur. Top seninse sahanın efendisi sensin ötesi yok.
Muhammer abi ile iletişimim hep çok iyi olmuştur. Yeri geldiğinde para üstünü almamışlığım, yeri geldiğinde deftere yazdırmışlığım vardır. Samimiyetimiz bunun da ötesindeydi ve ben ekmeği fırından almıştım. Kalbim sıkışmıştı ve ter boşanmaya başladı şakaklarımdan aşağıya doğru.. Nasıl geçecektim marketin önünden, elimde çuval gibi bir poşetle.. Fırıncı da aramızı bozmak istercesine Muhammer abinin gözüne sokmak için ekmeği poşete değil çuvala koymuştu adeta. Belki dükkanda değildir, kardeşi oradadır diye içimden geçirdim, iyimserlik timsaliydim, polyannaydım. Ama gerçekçi değildim ne yazık ki. Çünkü o hep oradadır. Çoğu zaman dükkanın kapısındadır üstüne üstlük. Hadi orada olmasa içeride öyle bir konumda oturur ki  sokağın tamamına hakim neredeyse.. Kaçacak hiç bir yerim yoktu bunun farkına varmıştım artık.  
Ona, fırının ekmeğinin daha iyi olduğunu nasıl söylerdim. Daha kaliteli ve lezzetli olması da cabası. Sen daha iyilerine layıksın deyip ona fırınla alışveriş yapmak istediğimi, sorun sende değil bende demek istediğimi söylemek bu kadar zor muydu? Fırında pişirilen ekmek daha steril ortamda saklanıyor, artık seni istemiyorum. Uzun yıllardır beraberiz ama artık ben yapamıyorum, bunaldımdı dilimin ucunda ki sözcükler. Hataydı ilişkimiz, ayrı dünyaların insanlarıyız devamıydı acı dolu sözlerimin. Gözlerimin içine bak ve tekrar et demesinden korkuyordum. Nasıl söylerdim tüm bunları. Halbuki söyleyenler ne kadar da kolay söylüyor karşısındaki insana.
Bakkalın önüne geldim yavaş adımlarımla.. Boşuna aklımdan geçirdiğim onca şeyi düşünerek bir tebessümü kondurdum yüzüme. Az geride duraksayarak ekmeği bilgisayar çantama koydum, ilerledim ve marketin önüne geldim, selamımı çaktım ve eve çıktım. O kadar düşünmeye gerek yok her şeyin çözümü var. Ama ihanet ettiğim gerçeği değişmeyecek bu itirafımla.

18 Mayıs 2012 Cuma

Pazar Yeri

Alışveriş için BİM'e doğru yöneltmiştim adımlarımı. Seçeneklerimden bir tanesi, doğruca hedefe gitmekti ama yapamadım. Çünkü bir alt sokakta Pazar kurulmuştu. Gitmemek uğruna hasta numaraları yaptığım, annemle  tartışmalar yaşadığım, kardeşimi harcadığım alana şimdi kendi isteğimle gitmeye karar vermiştim. Amacım neydi, beni oraya yönelten his neydi tam bilemiyordum. Sırf bir şeyler yakalayıp yeni bir yazı yazmam için ilham vermesi de yeterliydi aslına bakılırsa.. Ama kafamda ki tek düşünce o değildi. Yine mi çocukluk özlemim depreşmişti. Bu sorunun cevabını biliyorum, emin olmamış gibi yaptığıma bakmayın aziz okur. Cevap basit, Nostaljiyi hep sevmişimdir.
Pazarın girişi önünde bir kaç saniye durakladım ve çevreme baktım iyice. Ne aradığını bilmeyen bir dedektif gibiydim. Bu yüzden her yeri didik didik etmem gerektiği hissi çökmüştü üzerime. İlerlemeye devam ettim. Kafamın içinde peydah olan soruları bir kenara bıraktım. Girip biraz gezinecek, biraz gözlem yapacak ve uzaklaşacaktım pazar aleminden. Charlie'nin çikolata fabrikasına giren bir çocuk rolüne büründüm kısa bir an için. Seçme hakkımın olmadığı zamanlara döndüm. Kıyafetlerimi annem alır, ayakkabılarımla birlikte. Annemin peşine takılır, kıyasıya pazarlığa şahit olurdum. Bu anlar film kareleri şeklinde bir bir gözümün önünde belirdi. Sebzeyi meyveyi seçmek için ikna çabasını kullanan annem oldukça başarılı bir performans sergilerdi. "O zaman almıyorum" taktiği nedense çoğu zaman işe yarardı. İstiklal caddesin'den sonra en fazla sirkülasyonun olduğu yerlerdir pazarlar. Birilerine çarpmadan gezmek mümkün değil. Cüsse de genişleyince çarpışmalar kaçınılmaz oluyor. Deli gibi bağıran satıcı abileri stadyumda ki amigolar ile aynı kişiler, bunun üzerine bahse girebilirim o an. Sağımda beş çizgi adidaslar, solumda nipe ayakkabılar. Envai çeşit malzeme var dört bir yanımda. Göz gezdirmeye devam ediyorum. Pazarlık yapan teyzeye takılıyor gözlerim her yerde. "Annemin yanına gelemez." ifadesini söylüyorum içimden haklı olarak. Küçüklüğümden pasajlar görüyorum. Annesinin aldığı ayakkabıya "ama yaaa" şeklinde karşı çıkma çabasına giren bir çocuk ilişiyor gözüme. "Boşuna direnme delikanlı" diyorum pis bir sırıtış ekleyerek surat ifademe. Gökyüzü ve benliğim arasına girmiş olan çadıra doğru çeviriyorum gözlerimi. Güneş ışınlarına mani olan çadır içeriye sarı bir ışık yaymıştı.  Çok severim sarı ışığı ayrı konu.. Adımlarımı sıklaştırıyorum çıkışa doğru. Beni bu mecradan bu denli uzaklaştıran hissin ne olduğunu bilmiyorum. Bilinçaltında varsa demek ki bir şeyler.. Çocukluğuma olan özlemim ve nostalji yaşama dürtüm bu zaman zarfı içerisinde yerini büyümüş olmanın, seçimlerimi kendim yapıyor olmamın sevincine bırakmıştı. Karar verebilsek ya artık; çocuk mu kalmak, büyümüş mü olmak..