20 Haziran 2011 Pazartesi

Bazen..

Bazen kullanmak istemezsin o sözcüğü, 

Bazen kullanırsın, istersin 

Bazen öylesine söylersin 

Bazen de içinden gelerek. 

Bazen duymak istemezsin, 

Bazen de hoşuna gider duymak. 


Hangi "bazendeyim" bilmiyorum, 

O yüzden hayat "bazen" ler olmadan daha güzeldir, bazen..


Sonunda buda oldu ve böyle bir yazı yazdım. Tarzımın dışında olmasına rağmen yazdığım içime sindi bu yüzden de sizlerle paylaşmak istedim.

Bazen yazıyorum işte.. 


19 Haziran 2011 Pazar

Koşullu Sınav

Öncelikli olarak yazıma henüz başlamışken şunu belirtmeliyim, muhabbet kralını izlerken reklamcı bir vatandaşımız bir takım durumlar üzerinde parça parça hikayeler anlattı. Bu hikayelerden bir tanesi yazılarımla ilintiliydi. Bu yüzden vakit geçirmeden yazmak istedim. Buradan reklamcı vatandaşımıza teşekkürü bir borç bilirim. Bunun sebebi ise sürekli üzerinde durduğum sorgulamayan, araştırmayan toplum yapısının oluşmasının sebeplerinden bir tanesi hakkında ufkumu açmasıdır.

Ne yazık ki buradan eğitim sistemimize sitemde bulunacağım. Küçük yaşlardan bu yana süre gelen sınavlar; sbs, üds, kpds, kpss, lys, ygs ve bunun gibi birçok önemli sınavlar çoktan seçmeli sınavlardır. Ne alakası var demeyin konuya geliyorum. Çoktan seçmeli sınavların büyük bir bölümünün TEK doğrusu vardır. Yani bir şıkkı işaretler geçersiniz. Yani TEK doğru vardır. TEK olan doğruyu yakaladığımızda diğer şıklara bakmayız bile.. Belki de bakmamalıyız. Ne de olsa süreye karşıda bir yarış mevcut. Sınavlar o kadar yoğun bir şekilde karşımıza çıkıyor ki, diğer şıklara bakamıyoruz bile. Benim düşüncem şu ki, bu bilinçli olarak yapılıyor ve bilinç altına işleniyor. Komplo teorisi gibi gözüktüğünün farkındayım. Ama insan düşünmeden edemiyor. Elbette çoktan şıklı olmasının çok fazla avantajı var(!).  

Yavaş yavaş işlenen durumu da özetlemek istiyorum. Siz sürekli TEK doğrunun varlığına inanıyorsunuz, bilinçaltınızın katkılarıyla.. Halbuki yoğunca sorulan soruların tipi "hangileri doğru olabilir?".. Bu sayede soruya bütün olarak bakarız ve bir bütün olarak inceleriz. Yani yanlışları ve doğruları ayrı ayrı irdeleriz. Ya da soru tipi olarak "hangi şık yanlıştır ve neden?". Bu soru kalıplarını artırabiliriz. 

Yıllar boyu tek bir doğrunun olduğuna koşullandırıldığımız için ufkumuz diğer duruma nazaran çok daha dar bir alan da işler olmuştur. 

Demek istediğim, çevrenizde olup bitene kayıtsız kalmayın. Yanlışın neden yanlış olduğunu, doğruyu doğru yapan sebepleri ve bunun getirdiği sonuçları sorgulamaktan kaçınmayın. Demek istediğimiz halen anlamadıysanız, yazı da ekli olan görsele iyi bakın.. Her satırda tek şık seçili, TEK doğru var, birden fazla seçme şansın elinden alınmış ne yazık ki..

Sistem belki bunu bilerek yapmıştır belki yapmamıştır.. Bu durumda sorulacak en anlamlı soru galiba ne zaman olacak.. Benim için sorulacak soru "ne zaman", sizin kisi... 

5 Haziran 2011 Pazar

Gırtlak değil, Beyin konuşsun!

Hepimizin bildiği üzere seçimlere az bir vakit kaldı. Siyaset veya siyasiler üzerine bir yazı bekliyorsanız yanılıyorsunuz. Toplumumuzun kanayan başka bir yarasına değineceğim bu yazımda. Başlıktan konuyu tahmin etmeniz büyük olasılık.

Neredeyse 7'den 70'e herkes seçimden, sonucundan, kimin kazanıp kimin kazanmayacağını tartışıyor. Bu sohbetleri yapan kimseler genelde aynı safta duran vatandaşlarımız. Bu tarz konuşmaların olması çok doğal, olaması da gerekir kanımca. Benim dikkatimi çeken durum biraz daha farklı..

İki rakip parti üyesi, veya destekçileri bir araya geldiğinde ortaya çıkan diyaloglar farklı bir biçim alıyor sohbetin ilerleyen dakikalarında. Konuşma bir yerden sonra evrim geçiriyor adeta.. Senin partin bunu yaptı, benim partim bunu yapıyor, biz şu kadar senede şunu yaptık siz ne yaptınız.. Bu konuşma bölümlerini çoğaltmak çok kolay. Hepimiz bildiğimiz için bu bölümleri uzatmaya gerek duymuyorum. Tartışma esnasında, bireyler birbirlerine destanlar sıralayabiliyor. İki milletvekilinin tartışmasında farksız bir durum, inanmakta güçlük çekiyorsunuz..

Sonra kulak veriyorsunuz savlara,uygulamalara yani konuşmanın içeriğine. Biraz gündem takip ediyorsanız, liderlerin sarf ettikleri cümlelerden hiçbir farkının olmadığını görüyorsunuz. Konular hep aynı, içerik buna paralel olarak ilerliyor. Sorulara verilen cevaplar hemen hemen aynı. Yakalanan açıklar, deşifre edilmek istenen durumlar bir zaman sonra düzenli bir tekrar oluşturmaya başlıyor. 

Ben buna "Papağanlaşmak" diyorum..

Bizler ne duyuyorsak onu konuşuyoruz. Yani araştırmıyor, sorgulamıyoruz. Parti taraftarı veya yandaşı olabilirsiniz bu duruma laf söylemek bana düşmez. Benim demek istediğim siyasetin dogmatik olmadığına dairdir. Çuvaldızı kendimize batırmaktan bu kadar korkmayalım.. Herkes hata yapabilir, herkesin yanlışları olabilir. Yanlış yapılmışsa tarafımızdan kabul edip, adımlarımızı atmalıyız. Elbette ki bu durum karşılıklı olmadığı müddetçe bir anlam ifade etmez. Bu ortam ülkemde oluşmadığı sürece ne denli bir ilerleme kaydederiz bilemiyorum. Ama çok olmayacağına size temin edebilirim. Kim olursak olalım, eğer ülke faydası için bir şeyler yapmak istiyor isek her durumda birbirimize köstek olmayı bir kenara bırakmalıyız. Doğruya doğru, yanlışa yanlış diyebilmeliyiz. Gerçek manasıyla..

İyi de hırsızın hiç mi suçu yok!! 

Parti liderlerinin söylemleri farklı kelimelerle aynı noktaya vurgu yapıyor. Hedef aynı yollar faklı. Ama benim düşünce tarzıma göre insan önce kendine bakmalı, kendini düzeltmeli. Bizler bilinçli olduğumuz sürece söylemler, yönlendirmeler, yönetimler bize zarar veremez. Aksi durumda bu söylemler bizlerin ufkunu daraltır zaman içinde de ufkumuz ta kendisi olur bu söylemler. Belirli noktalara odaklanmamız durumunda çevremizde olan biteni takip etmek mümkün olmayacaktır. Neticede bu duruma gelmiş bir bireye siz ne anlatırsanız anlatın; fikir sabit olduğundan anlattığınız durum, sizin boşa harcadığınız zaman olmaktan öteye gitmeyecektir. 

Kendi fikrimiz, dünya görüşümüz olur... Partinin veya örgütün ideolojisi de bu yönde olur... Olması gerek budur. Bahsettiğim kesim ideolojiyi mi benimsemiş bireyleri mi bunu kararını size bırakıyorum. Empoze edilen fikirler, insanların yeni bir düşünce oluşturmasını büyük ölçüde engelliyor. Sonunda ya yandaş oluyoruz ya da aykırı.. Belirlenen sınırların dışına çıkmaktan bu kadar korkmamız gerçekten hayret uyandırıcı.. Oysa ki sınırın dışında da bir hayat, bir düşünce biçimi var. Kalıplar, tabular bizi yönlendirmemeli. Kalıplar ve tabular kontrolümüz altında olduktan sonra sorun teşkil etmezler. İşin en ilginç yanı ise kendi sınırımızı işbirliği ile kendimiz çizmemiz herhalde...

Sonuç olarak; partiler, örgütler hayatımızın gerçeği.. Liderler, sahip değildirler.. Sizin için en iyisini elde etmeye çalışan başınızdaki yönlendirici unsurdur, sahibiniz değil... Sahip olmaya kalkışan karşısında duruşunuzu sergileyin. Tüm yapılanmalar insan ve onu etkileyen çevre içindir. Yani sahip sizsiniz bunu unutmayın.. 

Kendi duruşunuz, dünya görüşünüz ve fikirleriniz olsun. Ve arkalarında durun, gerisi gelir... 

2 Haziran 2011 Perşembe

Yeni Dünya Düzeni !!!

Bugün ki yazı çok iddialı olacak kanaatimce. Size yeni bir dünya düzeni vaat, ya da siz o dünyayı kendi kendiniz "hak edeceksiniz". Yazım George ORWELL'in 1984 adlı eseri okuyanlara tanıdık gelecek. Eğer okuduysanız Winston'un, sizin tasvir ettiğiniz dünya olduğunu göreceksiniz.. Tam değilse de kısmen.

İpucu veriyorum.. "SAVAŞ BARIŞTIR   -   ÖZGÜRLÜK KÖLELİKTİR   -   CAHİLLİK GÜÇTÜR"

Bu sloganlar "GERÇEK BAKANLIĞIN" a  ait.. Evet Gerçek Bakanlığı. Bununla da sınırlı değil bakanlıklarımız. Sevgi Bakanlığı, Varlık Bakanlığı ve Barış Bakanlığı.. Sloganlara daha sonra döneceğiz.

Bakanlıklarımız sıra dışı olmasıyla birlikte çok yararlı. Bu sayede insanların beynine çip yerleştirmeden onları kontrol edebilme gücüne erişmiş oluyoruz. Ben dikte tarafından bakıyorum şu anda olaya, sizde o taraftan okuyorsunuz.. Paraya gerek yok, biz olayı değiş tokuşa götürürüz. Bazı durumlarda ise kupon dağıtırız maaş olarak çalışan kesime, onu kullanırlar.. Vatandaşlarımızı izlemek ve dinlemek yasal artık. İyiliklerinizi düşünüyoruz, her şey sizler için diyoruz. Onun için evinizdeki her odaya sizi izleyen ve dinleyen aygıtlar yerleştirdik. Her an sizi takip edebiliyoruz. Sizlere yakın olmak istiyoruz çünkü bizim için önemlisiniz. Sizlerle her gün bu aygıtlar iletişime geçiyoruz. Sizlere hikayeler ve sloganlar empoze ediyoruz. Niye, sizin için.. "Sizin için" ilk öğrettiğimiz.. Sizleri her sabah 7.00 da kaldırıyoruz.. Televizyonunuzda uygulamanız gereken hareketler gösteriyoruz.. Neden mi? Ee sağlıklı yaşayın diye.. Savaş için zinde kalın diye değil herhalde! (Savaş Barıştır). Eviniz, kalenizdir.. dışarıya karşı koyabilecek güçte misiniz? Biz sizin yerinize hallederiz..

Savaş Barıştır. Ölen onca askerlerimiz barış için, sizin için öldüler.. E savaş kötüdür diyecek haliniz yok ya barış için savaşıyoruz. Sizin için diyoruz demesine ama hepiniz içten içe biliyorsunuz halkımız devletimiz içindir..Bu sayede savaşlarımızı meşru kıldık, olması gerekeni gerçekleştirdik. Savaştık, savaştık ki gücümüzü herkese gösterdik.

Özgürlük köleliktir. Tüm özgürlükleriniz bizim güvencemiz kapsamında. Tabi sadece kapsamında değil ayrıca kontrolünde.. Biz size ne kadar sunarsak siz o kadarını kullanmak durumundasınız. Anlamanız gereken, özgürlük sunmuyor isek, kullanmanıza gerek yok demektir. Özgürsünüz, çünkü her gün sizin için tarihi yeniden sıfırlıyoruz. Her gün 0.0.0000 tarihinde uyanıyorsunuz. Var olan yazılı tarihi yok ettik. Sözlü tarihi konuşmayı ise kesin bir dille yasakladık ve idamı geri getirdik. Sizin için sonsuzluk özgürlük sağladık. Geçmişle bağınızı kopardık ve ufkunuzu geleceğe açmanızı sağladık. "Bizim geleceğimize". Biz sizin yerinize onuda düşündük ve hallettik.Sizin için.. Yazılı tarih olmadığı için günce tutmanız veya düşüncelerinizi kağıda dökmenizi yasakladık. Yazı için gerekli olan araç-gereçleri ortadan kaldırdık. Sonsuz Özgürlük için.. Bu paralelde düşünmeyi de yasakladık.

Yasaklarla yetinmedik, dildeki bazı kelimeleri maniple edip anlamsızlaştırıldı. İsyan kavramı olmadan nasıl isyan edersiniz ki demedik. Onun yerine Sevgi kelimesini yok ettik. Bakanlığını kurduk. Ama bakanlığın sevgi anlayışını yazıdan az çok anlamışsınızdır. Duygu ve düşünceleriniz zaaflarınızdır. Onların size yön vermesini engelleyin dedik. Duygu ve düşüncelerin tamamını değil elbet.. Nefreti sizin için öncelikli hale getirdik, maniple etmeden tam manasıyla.. Tek başınıza üstesinden gelemeyebilirsiniz, onu da düşündük ve düşünce suçu güvenlik kollarını oluşturduk.

Gerçek bakanlığı ile gerçekleri, sevgi bakanlığı ile sevgi terimini, varlık bakanlığı ile varlık kavramını, barış bakanlığı ile barışın anlamlarını değiştirdik. Yanlış olanı düzelttik(!).

Tüm bunları yerine getiriyorsanız: "Cahillik Güçtür." ve gücümüzü sizlerden alıyoruz. Siz güçlüyseniz bizde güçlüyüz.. 

Rica etmiyoruz!! İstiyoruz.. Sizin için..    

Peki biz halk olarak ne diyoruz?

-Adamlar HAKLI BEYLER!!  Ütopya Halkı olarak..


Elbette yazımın başında dediğim gibi böyle bir dünya vaat etmiyorum ve istemiyorum. Hiçbirimiz istemiyoruz.. Hatta nefret ettik bu dünyadan.. Şunu söylemek isterim ki: Düşünün, sorgulayın, kayıtsız şartsız kabul etmeyin..(dininiz hariç tabi). Unutmaya yüz tutmuş duygularımızı ortaya çıkarın. Hayatı anlamaya, onu anlamlı kılmaya çalışın. Hayat o zaman daha güzel işte...


(Dipnot: Güncel hiçbir olay baz alınarak yazılmamıştır. Ama isteyen üstüne alınabilir, özgürlük böyle bir şey...)