2 Aralık 2013 Pazartesi

Gizli Güç: Kadın

Yaramızı deşeceğim hemcinsi kardeşlerim. Kaçınılmaz sona sizi ve kendimi hazırlamayı bir borç biliyorum. Hemcinslerime yazdığıma göre konu muhtemelen karşı cins ile ilgilidir diye düşünüyorsunuz, düşüncenizde haklısınız. Çevremdeki insanların edindiği tecrübelere kendi tecrübelerimi de ekleyerek yazacağım bu yazımı.
Şunu belirtmeliyim ki, aşk da ve intikamda kadınlar erkeklere göre çok daha gaddar ve acımasızdır. Şu yaşıma kadar öğrendiğim birçok bilgi arasında en güvenilir ve sağlam olduğunu düşündüğüm de bu savdır. Bir kadın bir erkeğe her "Öküz" veya "Odun" dediğinde içimin acıması bu nedenledir. Odunda sen öküzde sen duygusuz da sen ezilen de sen sevgili hemcinsim. Yaradılış gereği erkeğe bahşedilen fiziki üstünlüğün, kadına bahşedilen duygusal, mantıksal, akılsal üstünlük karşısında çok da bir ehemmiyeti yoktur. Anatomik olarak bir benzetme yapacak olsak, Baş kısmı kadını gövde kısmı ise erkeği niteler kanımca. Gövdeyi de yöneten her zaman baş, yani beyin kısmıdır. Kusura bakma kardeşin biraz acımasız bu konuda. Ya da gerçekleri büyük oranda kabul etmiş bir birey olarak da varsayabilirsin aziz okur. 
Toplum bize doğumumuzdan ölümümüze olan süreçte hep baskın cins olduğumuzu düşünme itti veya zorladı. Bu senin veya benim suçum değil dertdaşım, tamamen toplumun yönlendirmesi ile oluşmuş bir ütopya. Erkek egemen toplum. Kulağa kadınların kurgulamış olduğu bir oyun gibi gelmiyor mu? Bazı kadınlar sırf erkek arkadaşı ya da eşi mutlu hissetsin, egosu zedelenmesin diye zayıfı oynar. Kontrol erkekteymiş gibi görürsünüz dışarıdan bakınca. Çok değil biraz gözlem ile aslında olayın tam tersi şeklinde olduğunu fark edeceksiniz. Bu da size kanıt: "Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır."
Erkeğin acımasız olduğunu düşünen o kalabalığa yazıyorum şimdi bu satırlarımı. Yukarıda da belirttim. Aşk da, intikamda, oyun oynamakta, süründürmekte ki bu sadece ve sadece kadınlara özgü bir kavramdır, kadınlar daha acımasız ve gaddardır. Süründürmek.. Bir erkekten duymak garip gelebilir sevgili okur ama ufkunuzu açmak için kendimi feda edeceğim hemcinslerim, kardeşlerim. Şu şekilde işler, erkek olarak bir "halt" yersin, sonra kendini affettirmek için bin dereden su getirirsin. Bu süreç içerisinde pişmanlıktan ölürsün, af dilersin, sözler verirsin ilişkinin kontrolü ile birlikte. İşin aslı şu ki, sevdiceğin seni çoktan affetmiştir zaten. 1 buçuk aylık süre "sürünsün" ya da "burnu sürtsün" evresidir. Bunun yanı sıra bir kadın ağlayarak bir erkeğe istediğini yaptırabilir. Bunu her kadın da bilir sevgili kardeşim. Bunu kullanarak, seni maniple ederek, istediği ne varsa elde edebilir. Sen gözünden damla düşmesin diye gözünün içine bakarken üstelik. Kadınlarda ki bu duruma biz mağduru oynamak diyebiliriz. Dayağa maruz kalan kadınlarımız için yazmıyorum elbet bu satırları. Onların sonuna kadar yanındayız. Kadına el kaldıran bizden değildir.
Dünyaya yön vermiş kişilerin neredeyse bütününü arkasında güçlü bir kadın vardır. Safız biz, yalana kanarız bazen bile bile. Kolay maniple edilebilir, hizaya sokulabiliriz. İrademiz kadınların ki kadar güçlü değil.
Erkeği devlet olarak nitelersek, kadınlar kesinlikle devletlere yön veren gizli güçler olarak karşımıza çıkacaktır. Doğanın kanunu böyle. Cem abimin (Cem Yılmaz) de dediği gibi, "Kadın erkeğin üst modelidir." 
Bir kadınla çatışacaksan(karşısında dik durmak) bunları bileceksin sevgili kardeşim. Bununla birlikte kadınları sevmekten asla vazgeçmeyeceğiz. Uğruna gözümüzü kırpmadan ölümü göze alacağımız annelerimiz varken nasıl kadın düşmanı olabiliriz. İşin sırrı kuralına göre oynamakta. Karşı hamleler üret, kırmadan. Sevgini göster, abartmadan. Saygı göster, en içten. Kıymetini bil, iş işten geçmeden. Dengeyi kur, mutlu yaşa.

11 Eylül 2013 Çarşamba

Varsın Yanlış Doğruma Dokunmasın!

Çok düşünmek bazen zararlı olabilir. Bazen yorabilir, evet delirtebilir. Bu yazıyı yazarken çok düşündüğüm izlenimini vermeye çalışıyordum, özürlerimi kabul et sevgili okur. Çünkü çok düşünmedim, sadece fark ettim. Saliselik bir olay söz konusu olan. Bilen bilir, çevreme karşı bir duyarlılığım oldu su götürmez. İyi de bir gözlemci olduğumu söyleyebilirim affına sığınarak aziz okur. Bu seferki gözlemim, daha doğrusu gözlemimden yola çıkarak büyütüp olgunlaştırdığım düşüncem, Yanlışın doğruyu götürmesi üzerine.
Malumunuzdur ki yanlışlar doğruları götürüyor Türkiye'deki sınavların birçoğunda. Özellikle hayati önem taşıyan sınavlarda. Bu durum bizleri, bizden öncekileri, bizden sonrakileri çok olumsuz anlamda etkiledi, etkiliyor ve etkileyecek kanımca. Bu durum insan doğasında var olan yanlıştan kaçınma dürtüsünü körüklüyor. Büyüdükçe benliğimize yerleşen bu dürtü çevresel etmenler ile daha güçleniyor ve en derinimize nüfuz ediyor. Yanlış yapacağız diye ödümüz kopuyor, panikliyoruz. Hocamız bizi tahtaya kaldırdığında "doğru yapma ihtimali" yerine "yapmamayı" tercih ettik çoğu zaman. Hata yapmaktan korkan birey; risk almaktan da korkar. Bu da birey kendine olan inancını, güvenini zayıflatır. Türkiye gibi bu sınav kuralını kullanan ülkelerde iddia ediyorum ki girişimci oranı diğer ülkelere göre düşüktür. Öz güveni olmayan, hata yapmaktan korkan bir nesil yetiştirmek, bilinçli veya bilinçsiz, bana göre zalimliktir. Varsın 3 yanlış 1 doğrumuzu götürmesin. Zararı olmaz faydası olur bu kardeşinizden tavsiyedir.  

3 Eylül 2013 Salı

Dedemin Torunları

Bizden önceki kuşağa gıpta ile bakmaya devam ediyorum. Kafa yapıları, bana göre günümüzde büyük sorun teşkil eden tüketim çılgınlığına ket vurmuştur. Bizim kuşağımız ve alt kuşağımız kırılan "bir şey" gördüklerinde ilk düşündükleri yenisini almaktır. Üst kuşağımızda ise ilk düşünce tamir etmektir. Dolaylı olsa da bu durum bana göre farklı bir durum ile bağdaşıyor. İlişkilerimizle. Kafasında tamir etme düşüncesi yerleşmiş olan bir sevgili sorunu çözmeye, sıkıntıyı gidermeye daha istekli, arzulu olabilir. Davranışı direkt yenisi ile değiştirme, yenisi alma yönünde olan bir sevgili ise eskisi ile yenisini değiştirmeye daha yatkın olabilir. Kapitalist sistemin neredeyse tüm dünyaya yayıldığı şu günlerde, boşanma oranları ayyuka çıkmış olarak gözlemleniyor. Kapitalist sistemin kilit noktası ise tüketmek üzerinedir. Boşanma oranları ve ayrılıkların elbette onlarca farklı sebebi olabilir. Sadece sebeplerden bir tanesinin de tamir etmek ve yenisini almak arasındaki mantalite farklılığından olabileceğini düşünüyorum aziz okur. Hiç bir deneysel dayanağı yoktur. Doğruluğu ispatlanmamıştır. Naçizane bir gözlemdir bu kardeşinizden.. Yeni her zaman daha iyidir diye bir kaide yoktur, bazen tamir etmek mutluluk verir. Çünkü eskiye özlem baki kalacaktır.  

30 Ağustos 2013 Cuma

BİM (Bilim İnsanları Merkezi)

Bugün siz sevgili okurlarıma küçük bir hikaye anlatacağım. Oldukça ilham verici bir hikayedir benden söylemesi.
Konumuz BİM. Evet bildiğimiz BİM. Ben onlara modern bakkal adını taktım. Neredeyse her mahallede bir şubesinin olması beni bu isme seçmeye itmiş olabilir.
Bu kurum ortaya çıktığında, yani 1995 yılında, basit bir laboratuvar olarak faaliyet göstermekteydi. Gıda ürünlerinin kontrollerinin, araştırmalarının, deneylerinin yapıldığı bu kurum adını faaliyet alanına uygun olarak seçmiş ve Bilim İnsanları Merkezi yani BİM adını almıştı. Çalışanlar zaman içerisinde kendi markalarını üretme adına çalışmalara başlamıştı. Günümüzde Çin'in Türkiye şubesi gibi.. Piyasada mevcut olan her ürünün bir benzerini burada bulabilirsiniz, emin olun buna. Kendi ürünlerini üretme başarısını gösteren çalışanlar bunun pazarlamasını ve satışını nasıl yapmalarını gerektiği konusunda uzman yardımı almış ve mağazacılık sektörüne girmişler.
Evet sevgili okur, bu hikayede doğru olan tek bilgi tarihtir. Tamamen düzmece yani. Bu hikayeyi çok sevdiğim 2 arkadaşıma anlatmıştım. Nedense beni pür dikkat dinlemişlerdi. Ya da dinlermiş gibi yaptılar, ki yaptılarsa beni inandırmayı başardılar kendilerini buradan tebrik ediyorum. Bu da böyle bir yazı olsun istedim, tamamen doğaçlama..

25 Temmuz 2013 Perşembe

Gidene Gitme Kal Denmez

Gidene gitme kal denmez, gider gideceği yere.
Giden gider gitmesine de, ya kalan.
Kalan da alışır elbet. Zaman der, her şeyin ilacı.
Bakar yine de giden ardından.
Belki özler, belki üzülür.. Karamsardır kalan ama alışır.
Merak etme hep ararım ki ben seni der giden,
Bende seni. Ne güzel hikaye..
Azalır aramalar, mektuplar, mailler.. Meşrebine göre.
Zaman geçer, bayram olur kavuşma sebepleri,
Zaman geçer, bayram değil seyran değil..
Rastlaşırlar en nihayetinde. İyimser mi oldum ne?
Belki de gidene kal denir, denir denmesine de..
Giden gider gideceği yere.. Hayat böyle.

Gitmek üzerine yazılmış olan en güzeli ise bana göre Özdemir Asaf'a ait olan Lavinia şiiridir. Nasıldı o dur bakayım;

Lavinia

Sana gitme demeyeceğim. 

Üşüyorsun ceketimi al. 

Günün en güzel saatleri bunlar. 
Yanımda kal. 

Sana gitme demeyeceğim. 
Gene de sen bilirsin. 
Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim, 
İncinirsin. 

Sana gitme demeyeceğim, 
Ama gitme, Lavinia. 
Adını gizleyeceğim 
Sen de bilme, Lavinia. 

14 Haziran 2013 Cuma

İkiyi Dörde Kolay Çevirirdik (Karne Günü)

Lise yıllarıydı, hatırladığım kadarıyla lise 2. Hayatımda ilk defa karnemde 2 vardı. Evet 2. Türk gencinin azılı düşmanı Fen Bilgisiydi elbette 2 olan dersim. Takdir almıştım ama başımdan aşağıya kaynar sular dökülmüş gibi hissediyordum. Karneyi yok etmek çok saçma geliyordu. Farklı bir çıkış yolu bulmalıydım. Eve gidemezdim bu karne ile.. Anneme gösteremezdim, teyzelerime hiç. Önce çevrede dolaşan şehir efsanelerine kulak kabartmıştım. Alttaki notu kapatıp üstüne yazabiliyor muşuz?! Eskimiş bir yöntem olduğunu farkına varmam uzun sürmemişti. Çünkü o dönem karneler bilgisayar çıktısı ile verilmeye başlamıştı. Ne yapacağını bilmez halde, serseri mayın gibi dolanıyordum memleketimin gaz kokulu -sineklere sıkılan, göz yaşartmayan cinsten- sokaklarında. Diğer yandan gün, kendini gecenin soğuğuna teslim etmişti çoktan. Merak ederler kaygısı baş göstermişti artık. Cesaretimi topladım, karnemi buruşturdum ve eve gittim. Merakla gözlerini gözlerime dikmiş ailemi gördüm karşımda. Kimseyle konuşmak istemiyordum. Karneyi fırlattığım gibi odaya hareketlendim koşar adım.
Hayal kırıklığının sessizliğini bekliyorken, sıradanlığın, tekdüzeliğin suküneti ile karşılaşmıştım. Annem odama geldi ve "olsun oğlum nazarlık o, üzme kendini!" dedi. O gün iki şeyi çok iyi anladım. Birincisi, bu hayatta hiçbir şey -ölüm hariç- büyütülüp dert edilmeye değmez. İkincisi ise, son güzelse her şey güzeldir.  
Karne günü stresini yaşayan tüm kardeşlerimin gözü aydın olsun. "Aferin" ve "olsun evladım, düzeltirsin" dolu günler dilerim.

19 Nisan 2013 Cuma

Akıllı Evrim!

9 aylık bir bilinmezlik süreci sonrası dünyaya geldik, doğduk. Canlılık testine tabi tutulduk doktorumuz tarafından. Çat Çat.. Ingaaaaaa. Çığlık attık. Tepkilerimizden biriydi sadece bu çığlık.. Yokluğa verdiğimiz, varlığımızın tepkisiydi bu çığlığımız. Doğarak ölüme gösterdik tepkimizi. Uzun bir yolun start düdüğüydü. Sessizliği delip geçen ağlamamızdı diğer bir tepkimiz. Kalplere sevgi tohumları ekerek sevgisizlik oldu sonraki hedefimiz. Çirkinliğe tepkiydi küçücük bedenlerimiz, güzel gözlerimiz. Güzeldi her yerimiz. Asık suratlara sert bir gönderme oldu minik gülüşlerimiz. Hayattan zevk almayı unutmuş abimizeydi bir başka darbemiz. Boş boş bakınıp gülmek ve saatlerce ne olduğunu bile bilmediğimiz bir objeyle ne yaptığını bilmemenin mutluluğunu yaşıyorduk. Yemek seçenlere tepki gösteriyorduk bulduğumuz her şeyi ağzımıza atarak. Yanlış ve hata yapma korkusunu da es geçmedik elbette. Domatese, totomes dedik inadına. Tepki olarak doğduk anlayacağınız sevgili okur.

Zaman geçti büyüdük. Tepki kavramına karşı bir tepkisizlik peydah oldu düşünce sistemimizde. Halbuki büyüdükçe akıllanırız sanıyorduk. Daha cesur olacağımızı düşünürdük. Devlet politikaları, sosyo-kültürel durumlar belki de ekonomik durumlar sebep oldu bu tepkisizliğe aziz okur. Bu tepkisizlik halinin içler acısı olduğunu belirtmem gerek. Aslında tamamen tepkisizlik diyemeyiz. Tepkimizi farklı mecralar vasıtası ile dile getirmeye başladık ki bu da içler acısı başka bir durum. Ergenlik dönemindeki bir kardeşimin yanına göktaşı düşse, kafasını öne eğer; adımlarını sıklaştırır, koşar adım ilerler. Ardından akıllı(!) telefonuna sarılır elleri. Twitter'a girer ve "Göktaşı :S" şeklinde bir tweet atar. Deprem olur, deprem içerikli tweet atarız. Sebep? İnanın bilmiyorum. Ayrı bir araştırma konusu olabilir kanımca. Sara hastası önünde nöbet geçirdiğinde yapabileceği tek şey izlemektir sevgili kardeşimin. Gençlere bu kadar yüklenmeyeceğim merak etmeyin. Onlar bu deryada boğulurken bizlerin çok da farklı olduğunu düşünmüyorum. Filistin'in yanındayız diye grup açarsınız Facebook'ta milyonlarca insan bunun üzerinde konuşur lanetler okur "This is Turkeyyyyy" nidalarıyla birlikte. Eyleme gelince iş milyonluk gruptan 100 kişi belki görebilirsiniz çevrenizde. İsimlerimizin başına T.C. yazarız protesto ederiz bize ters gelen durumu. Protesto için sokağa döküldüğümüzde 1000 kişi toplanamayız haklı davamız için. Futbol holiganlığını doruğa ulaştırmak üzeredir bana göre bu platformlar. Söveriz rakiplerimize. Kendimize dönüp baktığımızda takımıza hiç bir faydası olmamış kişilerizdir. Facebook üzerinde ölüm ilanı veren akrabayı anlamadığım gibi bu ileti beğenen arkadaşları hiç anlamıyorum. Deprem iletisi içinde geçerli aynı durum. Kendi eylemini beğenen kardeşimi hiç anlamıyorum o durum bambaşka. Bizi terk eden sevgilimize dolaylı yollar ile laf sokma çabası ve emeğini farklı bir kulvarda kullanmış olsak uzmanlığımızı ilan etmiştik çoktan. Beni yanlış anlama, yargılama aziz okur. Sadece merak ediyorum ve soruyorum: "Neden?". 
Tepkiler ile başlayıp tepkisizlik ile sonlandırmak üzere olduğum yazımı son olarak sevgili ve saygı değer Albert Einstein'ın sözüyle bitireceğim:




"Korkarım ki bir gün teknoloji, insan iletişiminin ve yakınlaşmasının önüne geçecek ve aptal bir nesil ortaya çıkacak.


23 Mart 2013 Cumartesi

Uzmanım Ben Ya!

Yıldız Teknik Üniversitesi Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Eğitimi Bölümü (BÖTE) mezunu bir gencin çilesinden bahsedeceğim bugün. Buna paralel olarak ise bölümünün adı az duyulmuş bütün arkadaşlarıma ithafen yazıyorum bu yazımı.
Başından başlamak istiyorum, o acı kararı bana aldırtan kapitalist sisteme lanet ederek. Kararım ne miydi? Tabi ki Bilgisayar bölümünü seçmek. Şunu hemen belirtmek istiyorum ki, sıkıntım bölümün içeriği, getirdiği faydaları veya noksanlıklıkları ilgili değil. Sıkıntı tamamen sosyal çevremdi. Bilgisayar bölümünü neden seçtim peki? Cevabı içimde hala bir burukluk meydana getirir, hüzünlendirir beni. Eve bilgisayar alınması meşru kılmak için o yıllarda kurduğum bir plandı. Çünkü annem "ders çalışmak için istiyorum" yalanına kanmamıştı. O dönem bu yalanın geçerliliği çok fazlaydı halbuki (Günümüzde geçerliliği yok, ailenizi kandıracaksanız daha yaratıcı olun). Durum beni daha ince bir plan kurmaya itiyordu. Aklıma yine o dönem revaçta olan bilgisayar bölümü gelmişti. Geleceği olan bir meslek dalı diye de bolca geyik dolaşıyordu bilen bilmeyen herkesin ağazında. Planı işletme vakti geldiğinde soğukkanlı ve acımasız davrandım, davranabildim. Bilgisayar bölümü öğrencisinin bilgisayarı olmaması annemin mantık süzgecinden geçemeyecekti. Bu durumu düşünmesi için ona ufak tefek düşünceler sunacaktım. Inception bir nevi. Bilgisayarı olan arkadaşlarımız daha başarılı, noktasına vurgu yapacak düşünceler olacaktı bunlar. Fikir tohumlarını ektikten sonra düşünmesi için biraz geri çekilecek, uslu bir çocuk olacaktım. Bu sayede vicdan muhasebesi ile başbaşa bırakacaktım annemi. Vicdan her zaman galip gelir buna inanırım ben. Zaman zaman ise teyzelerimin, dayılarımın önünde açardım konuyu ki destek olsunlar. Onların da desteğini almayı başarmıştım. "Uşağa bir bilgisayar al da", "Nedu yani kaç para ki", "Uşak ders etcek da", "Bir bilgisayar alamadın mi uşağa!" ünlemleri en büyük destekçim olmuştu. (da'lar Laz da'sıdır.) Kendimce 1 taşla 2 kuş vurmuştum. Hem geleceği olan bir bölüm seçmiştim hem de istediğim bilgisayarı elde etmiştim. Tüm bu kararları alırken de bir başıma almıştım. Evdekileri ikna etmiştim hem bilgisayar hem de bölüm için. Planım kusursuzca işlemiş emelime ulaşmıştım. Tam bir zafer günüydü, o günlerde..
Lise bitti, üniversite yılları başladı. Bir BÖTE'ciydim artık. 5 yıl boyunca Anneme her soruşunda aynı cevabı verdim. Okulum Yıldız Teknik, Bölümüm Böte yani Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Eğitimi Bölümü. Neden mi tekrarlıyordum? Çünkü Annem beni Yıldız Tepe Üniversitesinde (Zannediyorum Yıldız Teknik ve Yedi Tepe karışımı. Yedi Tepeyi nerden duymuş hiç bilmiyorum) ve bilgisayar mühendisi sanıyordu. Sanmakla kalmayıp tüm çevremize de öyle anlatıyor, aktarıyordu. Duruma bir çözüm getirmeliyim diye düşündüm. Anne, Bilgisayar Öğretmeni de bari soran olursa, diyordum. Acaba benden Lise döneminin intikamını mı alıyordu, sormadan edemedim kendime. Buraya kadar olan bölüm kısmi ölçülerde kabul edilebilir. Asıl can sıkıcı durum şu ki; Bilgisayarcıyız diye bilgisayarın her şeyinde anlıyoruz sanıyor bizi çevremiz. 20 tane makine topladım, monitör tamir ettim, güç kaynağı tamir ettim, modemlere baktım vs vs. Çok uzun bir listedir bu. Bu listede var olan ya da olacak olan çoğu konuyu anlamam, bilmem. Bilmem de beklenemez. Çoğunu bir Türk geleneği olan "Aç-Kapa" yönemiyle hallettim. Kardeşim Elektrik - Elektronik bölümü öğrencisi diye evim tüm elektrik altyapısını döşeteceklerdi az kalsın.
Eminim bu tarz durumları birçok arkadaşım yaşamıştır. Yeni nesil için daha az rastlanır bir durum olmasını temenni ediyorum. Şimdi durum bu iken, siz bu ülkede "uzmanlaşma" kavramını neye dayanarak kullanırsınız. Siz Kulak - Burun - Boğazcı iseniz komşunun mide ekşimesine bakarsınız. Ya da fıtığına. İngilizce ile ilgili herhangi bir bölümün mezunu iseniz herhangi bir kelimeyi bilememe hakkınız yok demektir. Siz bilgisayar mühendisi iseniz kuzenin kalvyesi neden bozulmuş bakarsınız. Üstüne üstlük çözüm üretmekte başarısız olursanız tepkiye maruz kalırsınız. - Nasıl bilgisayarcısın sen!, - İş olsun diye mi okuyorsun! gibi. Ama ben ile başlayan bir cümleyide dinlemezler. Boşuna uğraşmayın.
Sonra çıkıp bin satır yazar saatlerce konuşuruz, ülkemizde uzmanlaşma sayısı Avrupa ülkelerine göre çok az diye. Siz bunları konuşur veya yazarken ise, konunun muhatabı olan kısım Kadın programı izler, dizi izler. Buradan çıkarılacak ders çok basit. Bilindik bir bölüm seçin, kafa karıştırmayın sevgili seçim yapacak okurlarım. Seçmiş olanlara ise kardeşinizden bir geçmiş olsun dileği..

14 Şubat 2013 Perşembe

Sevgililer Günü Özel

Sevdim sen bir kere başkasını sevemem, deli diyorlar bana desinler değişemem, resimler değişemez, yessin onu ninesi yessin onu babbası.

Bu sevgililer günü de böyle geçti.

19 Ocak 2013 Cumartesi

Ayrılık Üzerine

Ayrılık gereklidir, bazen daha da gereklidir.
Katidir ayrılık. Acımasız ve keskindir de. Ruhunu emen bir sülük adeta.
Çıkmaz sokaktır, bazen de yolun sonudur dönüşü olmayan.
İlkbahar da yağan kardır. Hazırlıksız ve beklenmedik anda yakalar.
Yerleşik hayatı bırakıp göçebeliğe dönüştür. Başa dönüp yeniden inşa etmeye zorlanmaktır.
Sonu olmayan bir hikayeyi ortada kesmektir, bazen de başı olmayan bir hikayeye son olmaktır ayrılık.
İçinden sövmektir. Sadace senin duyabildiğin, senin söyleyebildiğin.
Umut beslemektir. Seni srüründürecek olan umudu. Adım atmanı engeleyecek, hareketsiz kalmana sebebiyet verecek bir ümittir.
Oynanmış bir maçın özetini izleyip farklı bir skor beklemek gibidir ayrılık.
İlk defa Fight Club izleyecekken "bu adam şizofren!" cümlesini işitmektir.
Bakkaldan aldığın dondurmadan bedava çıkmasını beklemetir. Bedava çıkmadığını görmektir. Yumiyum bulamamaktır bazen ayrılık.
Pamuk şekerinin aslında pamuktan yapılmadığını öğrenmektir.
-mış gibi yapmaktır,
Çaresizliktir,
Bazen de en derinden gelen bir duadır ayrılık.
Bir tiyatrodur başrolünü oynadığın, ama dekorsuz ve başka oyuncusu olmanayan bir oyundur ayrılık.
Gelmeyeceğini bildiğin babanın eve gelmesini beklemektir. Çikolata getirecek mi acaba düşüncesidir.
Sevmediğin bir şarkıyı dinlemek zorunluluğudur.
Uyumak isteyip, işe gitmektir.
Kale ağzında topu outa atmaktır ayrılık.
Sabri Sarıoğlu, Baki Mercimek, Selçuk Şahin, Ali Lukunku'lu takımda teknik direktörlüktür.
Dip boyasıdır.
Ağıza alınamayacak küfürdür.
Sevdiğine hacı demektir, bazen de hafız.
Pis Yedili izlemektir.
Rüyanda paranın çıkışmamasıdır. Rüyanın kısıtlanmasıdır aslında.
Sivilcedir alnını ortasında peydah olan.
Görmemezlikten gelmektir. Hiç tanımamış gibi üstüne üstlük.
Kitap yazmaktır, şiir yazmaktır okuyanı ve seveni olmayan.
Sağlıklı ve fit olmana rağmen diet yapmaktır ayrılık.
Bazen bir avuç gözyaşıdır.
Gidene el sallamaktır, peşinden su dökmektir.
Ders düşecekken hocanın ufukta belirmesidir ayrılık.
Namağlup şampiyon olamamaktır.
Kaybolan çorap tekini aramaktır.
Boşluğu doldurmaya çalışmaktır. 
Barış Abiyi, Kemal Sunal'ı özlemektir.
Ve daha onlarca sayabilir yazabilirim. Yazabilir, söyleyebiliriz.
Abartmış olabilirim sevgili okur mazur görün beni. Demek istediğim, Ayrılık kesindir. Öyle veya böyle. Ama bezen gereklidir, bazen daha da gereklidir. Hayat işte..