30 Nisan 2011 Cumartesi

Düşüncesiz Yargı

Bu yazımda güncel bir konunun ortaya çıkardığı bazı davranışlardan bahsedeceğim. Konuyu güncel haberleri takip eden arkadaşlarım tahmin etmiştir. Evet, konumuz "Kanal İstanbul", nam-ı diğer "Çılgın Proje".
Yazımın en başında yazdığım gibi konuyu değil, onun tetiklediği davranışları masaya yatırmak istedim.

Proje faydalı veya faydasız, iyi veya kötü, gerekli veya gereksiz.. 40-50 milyar dolarlık bir projeyi bu bilgimle yorumlamam söz konusu değil elbette. Bu çaptaki projenin etki edeceği birçok fiziki ve beşeri durumu düşünerek, yorum yapma kısmını ileri bir zamana erteleme kararı almış bulunuyorum. Zaten şu aşamada derdim bunlar değil. Bunları konuşmak için önümüzde daha zaman var.

Şunu hemen belirtmek isterim ki; yandaş, partizan veya bu benzetmelere yakın herhangi bir düşünce yapısına sahip değilim. Sadece gördüğümü ve analiz ettiklerimi ortaya döken, bunu da kendi çapında yazan bir bireyim.

Özellikle sosyal paylaşım siteleri (bireyler bazında), görsel - yazılı medya ve siyasiler.. Bu proje ile ilgili bu kadar acımasız yorumlar nasıl yapılabiliyor anlamış değilim. Bu proje belki ülke kurtuluşu demek belki de kötüye gidişi. Daha proje ortaya atılır atılmaz, projenin etkileyeceği durumları etraflıca düşünmeden bu denli kısa bir sürede bu kadar eleştiri nasıl yapılabiliyor anlamlandıramıyorum. Bu projeyi şu anda dünya konuşuyor ve tartışıyor. Türkiye'ye getireceği faydaları, öncelikleri tartışıyorlar. Bizler, bu durumda ülkemizin çıkarlarını düşünmek zorundayız. Eğer eleştiriler (negatif) gerçekten ülkemizin faydalarını göz önünde bulundurularak yapılıyor ise bu eleştiriler üzerinde önemle durulmalı ve sebepleri araştırılmalıdır. 7'den 70'i "bu proje muhteşem" ya da "oy için yapılıyor" gibi ifadeler kullanan vatandaşlar ön yargılarınızı bir kenara bırakıp hareket edelim.

İşin özü şu; Proje ne getirir ne götürür bilemem.. zaten konumuz da bu değil.. insanları tutumu beni üzen asıl nokta. Birbirimizi kırmaktan ve yargılamaktan çekinmiyoruz, düşman edasıyla. Ne yapıldığına değil, kim yaptığına bakıyoruz. İçler acısı durum budur işte.. Böyle bir ortamda eleştiriler ne denli yapıcı olur? Projeler ne denli ülke çıkarını yapılmış olunur..

12 Nisan 2011 Salı

Çelişen Atasözleri

Çelişki
Bu konuya değinmek ne zamandır beynimi meşgul ediyordu. Nitekim şu saatte bu meşguliyet sona erecek. Bizler, Türkler halkı olarak geçmişe önem veririz. Tabi kısmen önem veririz, önemle üzerinde durulması gereken konuları  pas geçeriz. Ama konumuz bu değil, en azından bugünlük..

Hepimiz kulaktan dolma da olsa az çok atasözlerimizi biliriz.. Kimini sever kimini dikkate dahi almayız. Önem verilecek durum ise, birbirleri ile çelişen o kadar çok atasözümüz var ki, anlamadım, anlamlandıramadım. Sadece tahmin yürütebildim...

Birkaç örnek vermeden önce tahminlerimden bir-ikisini sizinle paylaşmak istiyorum.

İnsanlar ruh hallerinin gerektirdiği şekilde ortaya bir laf atmışlar, ortak duygu ve düşünceleri paylaşan bir kısım bu lafın yayılmasında etkili olmuş ve günümüze iştirak etmiş..

Siyasi emeller doğrultusunda, toplumları deforme etme adına söylenmiş ve yayılmış olabilir..

Bir kısmı umut dağıtırken, diğer kısım atasözleri karamsarlık tek gerçekmiş algısı yaratır, buda yine toplumsal veya bireysel çıkarlar uğruna sarf edilmiş boş kelamlar topluluğu olabilir vs..

Bu konuda istediğiniz kadar komplo teorisi üretebilirsiniz, benim aklıma gelen şimdilik bu kadar..

Örneklere gelecek olursak;

"Biri yer biri bakar; kıyamet ondan kopar." - "Aç yanından kaç." 

"Derdini söylemeyen derman bulamaz" - "Sırrını verme dostuna o da söyler dostuna" 

"Her koyun kendi bacağından asılır." - "Kurunun yanında yaş da yanar."

"İyi insan lafının üstüne gelirmiş." - "İti an çomağı hazırla."

"Taşıma suyla değirmen dönmez." - "Damlaya damlaya göl olur."

"Zorla güzellik olmaz." - "Zora dağ dayanmaz."

"Kervan yolda düzelir." - "Balık baştan kokar."

"Düşenin dostu olmaz." - "Dost kara günde belli olur."

"Erken kalkan yol alır." - "Acele işe şeytan karışır."

"İyilik yap denize at." - "Merhametten maraz doğar." 

"Zararın neresinden dönülürse kardır." - "Battı balık yan gider."

"Akıl akıldan üstündür." - "Aklın yolu birdir." 

"Fazla mal göz çıkarmaz." - "Azı karar çoğu zarar." 

Bu kadar örnek sanırım anlatmak istediğimi pekiştirmiş olur. Karamsarlık, veya siyasi amaç güttüğüne inandığım atasözleri ile ilgili kararı sizlere bırakıyorum.

Bazı bireyler bu sözlerle hayatlarına şekil veriyor ve hayatlarını yaşıyorlar. Bu denli çelişki içeren bir havuzda yüzmek ne kadar akılcıdır bilmiyorum. Neticede "Her koyun kendi bacağından asılır." Buna göre hayatını şekillendiren bir bireyin ilerde bir gün devlet yönettiğini düşünürsek "Kurunun yanında yaş da yanar" herhalde...

Daha sağlıklı ve tutarlı bir hayat sürdürebilmek adına, atasözlerini bilin - kullanın ama hayat felsefesi haline getirmeyin. Sonuçta atasözleri anonimdir ve insan işidir.. Fazla güvenmemek gerek.

6 Nisan 2011 Çarşamba

Revizyon

1 aylık kısa bir ara ardından tekrar yazma gereği duydum. O yüzden siz okurlarımla tekrar bir araya gelmekten buruk bir mutluluk duyuyorum. Takip edenler bilir, genelde çevremde gördüğüm sorunları ele alıyorum. Sorunların analizini tamamladıktan sonra da siz okurlarıma sunuyorum. Gerekliliğin getirmiş olduğu sevincimin yegane sebebide budur.

Hayatımızın hiçbir evresinde istikrarlı bir mutluluk furyası yakalalamız mümkün olmuyor . Hayatımızda “iyi” olduğu kadar “kötü” de var olmuştur,  olmalıdır da.. önceki yazılarımda da bahsettiğim gibi kelimelerin anlamlarını gerçek kılan barındırdıkları zıtlıkların ta kendisidir. İyi, kötüsüz kaldığında sadece bir kelime olmaktan öteye geçemez.

Okumakta olduğunuz yazının teması bu kelimeler üzerinden daha anlamlı olacaktır. Kötü zamanlarımız aslında sandığımız kadar kötü mü acaba? Bu soruyu kendinize sormanızı istiyorum. Şu anda sadece sorun. Yazı sonunda da kararınızı verin...

Yazının Kısa Özeti
Kötü Zamanlar

Kıtlık, yaygın ve sürekli açlığa, etkilediği insanların aşırı zayıflayıp güçten düşmesine ve ölüm oranında önemli bir artışa yol açan aşırı ve uzun süreli gıda darlığı verilen addır.
Bununla ilgili size birkaç örnek sunmak istiyorum;
Tarihte kayıtlara geçen ilk kıtlıklar MÖ 4. Binyılda Mısır ve Ortadoğu'da görülmüştür. Bu ilk kıtlıklar, doğal çevrenin yoğun yerleşik tarıma elverişsizliğinden kaynaklandığı için fiziksel kıtlık olarak da nitelenir. 1700'lerden bu yana dünyanın kıtlık çekilen başlıca yöresi Asya'dır. Aşırı nüfusun yol açtığı yiyecek yetersizliği bu kıtada yaşanan kıtlıkların çoğunda belirleyici olmuştur. Bunlar da geçimlikdüzeyde ya da bu düzeyin biraz üzerinde tarımsal ürün elde edilen kurak, ama zaman zaman taşkınlara uğrayan yörelerde ortaya çıkmıştır. Aşırı nüfusa bağlı kıtlığın en sık görüldüğü ülkelerin
başında Hindistan ve Çin gelir. Hindistan'da Dekkan'da 1702-04 arasındaki kıtlık 2 milyonu aşkın can kaybına yol açmıştır. 1876-79 arasında Çin'in kuzeyini etkileyen kıtlıkta 9-13 milyon insanın öldüğü sanılmaktadır. İrlanda'da 1846-47 yıllarında patates ürününü yok eden bitki hastalığının yol açtığı kıtlık 2-3 milyon insanın ölümüyle sonuçlanmıştır. 1971-73 arasında kuraklık Etiyopya'da 1.5 milyon insanın ölmesine yol açmıştır. 1980'lerin ortalarında başlayan kıtlık Afrika'da Büyük Sahra'nın güneyindeki kurak bölgede yaşayan 150 milyon insanın sağlığını tehdit etmektedir.

Bu sadece kıtlıkla da sonuçlu değil. Kıtlığa ek olarak size savaşları ve ortaya çıkardığı sonuçları da anlatabilirdim ama ipin ucunu kaçırabilirsiniz. Ama isterseniz biraz araştırma ile isteiğinizi öğrenme şansına sahipsiniz.

Güncel bir durum daha söz konusu, deprem ve sel felaketleri.. Onun yıkıcılığını sonuçları da malumunuz. İnsanların düştüğü durumları izlediniz veya okudunuz.  Bunun adı “Çaresizliktir.”

Gelelim benim eleştirmek istediğin konuya..

Dünya üzerinde bu kadar kıtlık, kıyım, ölüm, işkence vs, varken bizlerin durupta giden sevgilinin ardından hayat bitmiş gibi yıkılmamız beni çok derinden yaraladı. Ya da aldığımız kötü bir not bizi darmadağın edebiliyor. Hatta bazen daha basit olaylar..

Maslow’a göre insanın birçok ihtiyacı vardır ve bunlardan bazıları diğerlerinden daha önceliklidir. İnsan ihtiyaçları, aşağıdan yukarıya fizyolojik, güvenlik, ait olma, sayılma ve kendini gerçekleştirme ihtiyacı olmak üzere beş kategoriye yerleştirilir.  Bahsettiğim kıtlık,savaş ve doğal afetler hangi basamakta, bizim gündelik yaşam sonucu oluşan dertlerimiz(!) hangi basamakta veya piramitde yeri var mı?

Beynimizdeki “Kötü” kavramını yeniden düzenlemenin tam sırası..

Gerçekten kötü günler mi geçiriyorsunuz??  Sanırım bunu bir daha düşünmenizi istemek zorundayım.