27 Ocak 2012 Cuma

Olasım Var !

Eternal Sunshine of the spotless mind
Filmlerin ve kitapların bir kısmının gerçek olabilmesi ihtimalini göz önünde bulundurarak yazacağım bu yazımı. Güzel hayal aslında, hayal diyorum şimdilik. Zaman ne gösterir bilemiyorum. Konu da o değil zaten.
Oylama yapsak en çok gerçekleşmesi istenen film, senaryosu ve hikayesi ile "Eternal Sunshine of the spotless mind" olacaktır kanımca. Beynimde yer etmesini istemediğim her şeyden öylesine kurtulmak ve sabah uyandığımda hiçbir şey hatırlamamak öylesine cazip gelen bir durum ki.. Filmi izlemiş olanlar bilir ki bu yeterli olmuyor ne yazık ki. Duyguların yok olması beynin konu ile ilgili kısmın yakılması kadar kolay gerçekleştirilen bir olay değil, olması da mümkün değil. Özetle anlatmam gerekirse : "Onu aklından atabildin, peki ya kalbinden?" filmin özetidir bu cümle.
Her ne kadar tam istenen sonuç alınamasa da bu senaryonun gerçek olabilme ihtimali bile güzel bir heyecan dalgası yaşatıyor insana.
Joel Barish olasım var ama bir daha Clementine Kruczynski ile karşılaşmayacak olan..

9
9 filmindeki profesör gıpta ile baktığım diğer bir karakter ve senaryo. Ayrıca izlediğim en iyi animasyondur şiddetle tavsiye ederim. Kısaca bahsedecek olursam. Makine üretebilen bir makine icadı ile dünyanın sonu getirilmiş, daha doğrusu insanlığın sonu getirilmiş senaryoda. Bunun üzerine profesör geliştirdiği bir alet ile ruhunu 9'a böler ve küçük bez bebeklere aktarır. Cesaret, Lider ruh, güçlü, araştıran karakterinin bir bölümleri. Cesur hangisi numaraydı tam hatırlamasam da en çok onun yerinde olmak istediğimi fark ettim. Ya da ruhumun ondan ibaret olmasından. 2 idi sanırım. Yapamadığım ama yapmam gereken şeyler, 20 saniyelik bir cesaret dalgasıyla çözüm bulabilir oysa ki. Tüm diğer parçacıklarını bez bebeklere aktaran ve geriye sadece cesaret duygusu kalan profesör olasım var.

Amelie  
Tanıdık bir sima birçoğumuz için. İzleyip de sevemeyen yoktur herhalde. Filmin müzikleri detaylı bir şekilde bahsetmeyeceğim bile.
Çok değişik bir karakter ve özenilesi. Çaykaşığı ile oynamak, gün ışığında Paris’te yürüyüşe çıkmak, St. Martin’s Kanalı’nda taş sektirmek, yüzeyi hoşuna giden taşları toplamak ve elini pirinç çuvalına sokmak gibi küçük mutluluklara sahip olan Amelie beni her zaman kıskandırmış ve kendisini sevmemi sağlamıştır. Sürekli başkalarının mutluluğu için uğraşan Amelie kendini fazlaca düşünmez ve konuda herhangi bir adım atmaz. 
Küçük şeylerle mutlu olabilen ve biraz da olsa kendi mutluluğunu düşünen Amelie olasım var.  
                 
Into the wild
Christopher Johnson McCandless'ın hayat hikayesi. Çok etkileyici bir yapım kesinlikle. Her şeyi geride bırakıp bilinmeze doğru yol almak, bunu gerçekleştirebilecek kaç kişi mevcut şu dünya üzerinde. Sanırım çok fazla değildir. Filmi değerli kılan en önemli nokta da burası galiba. Bazen yapmak istediğimiz ama fanteziden öteye gitmeyen bir durumu hayata geçiren bu adamın hayatından etkilenmemek elde değil. 
Kafama eseni yapmak, yeni insanlar tanımak, yeni yerler görmek,yeni beceriler kazanmak ama sonunda ailesine ve sevdiklerine dönebilen Cristopher olasım var.






Bu yazıya devam edeceğim aşikar o yüzden bu yazıyı bu kadarla bırakmak istiyorum. Nasıl olsa her türlü ruh haline göre yapılmış film, yazılmış kitap mevcut. Duruma göre yarın Rocky gibi bir başarı hikayesi ya da 50 First dates gibi bir Aşk filmini ele alabilirim. Hayatın neler getireceğini bilemezsin..




15 Ocak 2012 Pazar

Depresyon Güncesi

Hani, vıcık vıcık hissedersin ya,
Yapış yapış,
Yalnız ve terk edilmiş,
Sıkkın ve bıkkın,
Halsiz ve moralsiz,
Çirkin mi çirkin,
Suratsız mı suratsız..

İşte ben böyle hissetmiyorum. Aslında hissediyorum. Böyle de bir ikilem yaşıyorum. Bir sürü etmen söz konusu elbette ki bu hissiyat için. Her şey üst üste gelir ve artık patlama noktasına gelirsiniz ya hani, oralardayım şu an. Böyle anlarda beni teselli eden tek şey, kalbe huzur ve umut veren şu cümledir: "Ey sıkıntı şiddetlen, nasıl olsa biteceksin!". Güzel olan her şeyin sonu olduğu gibi güzel olmayanın da olur mutlaka. Biraz rahatlamak için yazmak, fikrinden yola çıkarak yazıyorum. Şu ana kadar olan bölümde değişen bir şey olmadı, olma eğilimi içerisinde de değil işin açıkçası.. Kırmak geliyor içimden karşımda ki vazoyu ama risk büyük. Anne, her durumda Annedir, riske girilmez. Çıksam, hava alsam biraz hava buz gibi şakası olmaz. Vıcık vıcık ruh haline vıcık bir de burun eklemek hiç mantıklı gelmedi. Kuzenlerle takılsam, kahveye gitsem. Dün pis yenildim onu da riske edemem. Tam çöküntü yaşarım tekrar kaybedersem. He bide yarın final sınavlarımdan biri var şeytan diyor ki ona çalış! Bir kere de doğru bir şey söylesen şaşardım zaten. İki gündür evde ki 3 laptopla Cull of oynuyoruz dayım ve kardeşimle. Dayımla kardeşimin kafasına sıkmaktan ve vurulunca salto atmaktan kötü kötü rüyalar görmeye başladım. Hep bir harp havası hakim rüyalarımda. Facebook ve twitter ikilisi de aynı buhrana sürükledi beni. 9GAG var şükür ki. Dedem de gitti. 40'lar muhabbeti de bitti. "Karneyle alırdık biz ekmeği" son zamanlarda ki en güzel muhabbet başlangıcı benim için. Ntvspor desen hep bir şifre modunda. Ondan da istediğim verimi alamadım. Kitap okusam, o da bambaşka bir dünya. Martin Eden denen karakter hayalciliğime ket vurdu. Her şeyde mantık ve gerçeklik arar oldum. Hayaller kurup onlara inanırdım bir zamanlar. En azından mutlu olurdum bir süreliğine. Onu da Jack London aldı benden. "Kendini kandırma" yeteneğimi aldı benden. Saçlarımı kestirdim ve sakal traşı oldum. İyi geldi gibi. "Bu kar tutar." iddiasını bile kaybettim. Sınavlar zaten başka alem. Kaç dersten kaldım Allah bilir. Tek barışık olduğum yatağım, yorganım ve yastığım.

Hepimiz dönem dönem yaşarız bu ruh halini.. Aktörler veya nesneler farklıdır kimi zaman. Bazen de olaylar..
Ama illa ki iyi bir şeyler de olur, olacaktır, olmalıdır da.