28 Mart 2012 Çarşamba

Çocuk Olmak

Büyük bir günmüş meğer bugün. Dersten sonra arkadaşlarımla beraber otururken cafenin en köşesinde oyun oynamaya karar verdik. Vampir-köylü oyunun adı. Güzel oyun. Gel gör ki sivri adamları barındırmıyor millet böyle oyunlarda. Sussam kesin vampir, konuşsam tam vampir. Yukarı tükürüyorum bıyık, aşağı tükürüyorum yine bıyık! Vampir olmayıp ilk turu atlatsam bile, gece kesin öldürür vampir tayfası beni (Vampirler geceleri bir kişiyi öldürebiliyor). Şerlok Holms havası verdiğimden midir nedir bilemiyorum. Genel kanı şu şekilde onu çözdüm: "Uğur tehlikeli adam, ölsün!". Velhasıl kelam öldüm birçok kez. Konu bu değil, içimde yaradır anlatmak istedim. Okuldan çıkıp yollara düştüm. 1 saat 10 dakikalık maceram başlamıştı(!). Otobüste uyuya kalmasam kesin macera olacaktı. İstemsiz olarak kapanan göz kapaklarıma söz geçiremedim. Bir olay olur da bensiz eğlenirler veya bensiz macera yaşarlar diye içim içimi yiyordu. -Uyumamalıyım!! Diğer taraftan yanımda oturan adam bana tekinsiz görünmüş olacak ki elim cebimde uyumuşum. Cebimde cüzdanım var. Cüzdanım olmadan Jason Bourne'um ben yetenekleri çok çok kısıtlı olan. Dizüstü bilgisayarım da dizlerimde, Mecnun'un Hakkı dayısı gibi boylu boyunca uzanıyor halde duruyor. Konuşmaya başlasa dertleşecek durumdayım. O da ses etmeyince uyumak kaçınılmaz olmuştu. Uyur haldeyim. Bu sefer de durağı kaçıracağım endişesi hakim tüm benliğimde. Kabuslarımın hepsi durağı kaçırmak ile ilgili oluyor bu dakikadan sonra. Otobüs durağı kaçırdığında, sonsuz döngüye giriyor. Break tuşu olmayan bir bilgisayarda iç içe "For" döngüsünde hata oluşmuş gibi. Uyuyor - uyanıyor işkenceye maruz bırakıyorum kendimi. Son uyanışımda yanımda ki arkadaşın, dayıya dönüştüğünü fark ediyorum. Hangi ara inilmiş binilmiş ve ben hissetmemişim. Hemen cüzdana bakıyorum ve yüzümde gereksiz bir sırıtış peydah oluyor. Misketlerini, kendinden yaşça büyük olan mahallesinin abisine kaptırmayan bir çocuğum o an. Uzun sürmüyor tabi o ruh hali. Tutamaçtaki kırmızı düğmeye basıyor ve inmek istediğimi şoföre iletiyorum kelimelerimi sarf etmeden. İniyorum çok oturgaçlı götürgeçten. 5 dakika daha yolum kalmıştı artık. Yürürken; yatağımı, yorganımı, battaniyemi ve yastığımı gezindiriyorum düşüncelerimde. Battaniyem, o an tüm sevgim ile kutsanmayı hak ediyor. Ama bilmiyor, bazı ilişkilerde olduğu gibi işim onunla bittiğinde onu bir kenara atacağımı.

Ellerim cebimde yürümeye devam ediyorum. Yuvarlana yuvarlana yaklaşıyor bir cisim. İrkiliyorum hafiften. Gözlerim açılıyor ve canlanıyorum az da olsa. Gelen bir futbol topu. Bir erkeğe can vermek için harikulade bir cisim. Topu kontrol ediyor ve seslenen çocuklara bakıyorum. "Abi topu atsana" diyor, sarışın kısa çok kısa boylu ve sıska olan çocuk. Bu çocuğun ilerleyen zamanda kaleci olduğunu anlayacaktım. Kaleci iki taş arasındaki dar mesafe koruyan tek kişilik bir ordu gibi, 300 spartalının tek vücutta toplanmış hali. (Topu geri attıktan sonra gözlemleme fırsatı buluyorum). Kral Leonidas'ı arayan gözlerim uzun süre bakınmaya gerek duymuyor. Ahanda bu çocuk. Yönlendiriyor toplamda 2 kişi olan takımını. Çok kısa süre de gerçekleşen bu olayların sonu, topun cama gelmesi ile son buluyor. Leonidas, kaçacak yer arıyor kendine. Takımını da arkasında bırakıyor. Bir gün önce oynadığım Medieval Total War'da cihat çağrısı sonucunda topladığım askerlerin firar etmesi geliyor aklıma anında. Bitiyor o saniye çocuk gözümde. Sahne bittikten sonra küçüklüğüm canlanıyor ve film şeridi şeklinde geçiyor gözlerimin önünden. Hangi ara topu atan adam oldum sorusu diğer tüm düşüncelerime baskın çıkıyor kısa bir süreliğine. "Vaayy anasını" diyor ve yoluma devam ediyorum. Yapacak başka bir şey de yok herhalde.
Hayat kısa, sevmek-sevilmek düşündürücü, okumak-yazmak güzel, erken kalkmak ifrit, kaçmak kolay, susmak mantıklı, oyun oynamak sıkıcı çocuk değilsen eğer..